18 Ocak 2019 tarihinde izleyicilerle buluşan Çiçero filmi, İkinci Dünya Savaşı’nın tarafsız ülkesi Türkiye’de yaşanan bir casusluk hikayesini konu alıyor.
Baştan uyaralım, bu bir film inceleme yazısı değil. Bugün size filmde olmayanları, pek fazla ortada dolaşmayan bilgileri anlatmaya çalışacağız. Yazımıza öncelikle “Çiçero Kimdir?” sorusuna yanıt bulmayla başlayalım.
Başlıklar
ToggleÇiçero Kimdir?
Asıl adı Elyesa(İlyas) Bazna olan Çiçero, 1904 yılında Priştine’de doğdu. Bugün Kosova’nın başkenti olan kadim şehir Sırpların işgaline uğrayınca, Bazna’nın ailesi yaşananlara daha fazla dayanamadı ve 1918’de hep birlikte İstanbul’a göç ettiler.
Priştine’deki varlıklı hayatlarının geride kalması, doğup büyüdüğü topraklardan ayrılması, hiç bilmediği şehre ve insanlara uyum sağlama çabası; okulu bırakıp hayata erkenden atılmasına sebep olur Elyesa’nın.
“Son” Çiçero: Erdal Beşikçioğlu
Gençliğinin ilk yıllarında çeşitli işlerde çalışan Bazna, bir süre sonra askere çağrıldı. Vatani görevini Çankaya Köşkünde yerine getirip terhis olduktan sonra bir süre Yugoslavya Elçiliğinde iş buldu. Kısa bir süre sonra da Amerika Askeri Ateşeliğinde çalışmaya başladı. 1942 yılında ise yeni adresi Almanya Büyükelçiliğiydi. Ancak burada da yaklaşık olarak bir sene kadar çalıştı ve 1943 yazından itibaren İngiltere Büyükelçisi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen’in yanında kavas olarak görev yapmaya başladı.
Çiçero adını da 1943 yılı Ekim ayı ile 1944 Nisanı arasında geçen 6 aylık süreçte gerçekleştirdiği casusuluk faaliyetleri sırasında aldı. Almanya Ankara Büyükelçisi Franz Von Papen, kendilerine önemli bilgiler getiren bu adama bir isim takma gereği duymuştu. (Aslında öncesinde Bazna’ya, Diello demişlerdi.)
İlk Temas
Elyesa Bazna, İngiliz Büyükelçi Hugessen’e gelen belgeleri gizlice fotoğrafladıktan sonra, Almanya Büyükelçiliğinde çalışırken hizmet verdiği birinci sekreter Albert Jenke’ye ulaştı. Jenke’nin aracılığıyla Büyükelçi Papen’in emrindeki istihbaratçı Ludwig Carl Moyzisch’le 26 Ekim 1943’te irtibat kuran Bazna’nın hikayesi böylece başlamış oldu.
Çiçero: Elyesa(İlyas) Bazna
Bazna, İngilizlerin elinde bulunan “gizli” ve “çok gizli” etiketli belgelerin fotoğrafları karşılığında Almanlardan 20 bin pound istedi. Yaptığı teklif, büyükelçinin imzasıyla Berlin’e iletildi ve Cumhuriyet Bayramı’nın olduğu gün mesaja olumlu yanıt alındı; Almanlar Bazna ile çalışacaklardı.
300.000 Pound
Elyesa Bazna, altı ay boyunca Almanlara 400’ün üzerinde belgenin fotoğraflarını verdi ve karşılığında 300 bin pound kazandı. Bazen bir otomobilde gerçekleşen buluşmalar için, kimi zaman Bazna’nın bir arkadaşının evi ya da Alman sefareti de tercih ediliyordu.
İngiltere Büyükelçisi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen
İstihbaratın Durumu
Elbette Almanya’nın kendisine casusluk teklif eden birinin getirdiği bilgilere doğrudan itimat etmesi beklenemezdi. Sofya’nın müttefikler tarafından bombalanmasına göz yumulması hadisesi dahi, Bazna’nın getirdiği bilgilerin doğruluğu konusunda Almanlar hiçbir zaman tam anlamıyla ikna olmayacaklardı.
Bazna’dan gelen bilgilerin Alman istihbaratı içerisinde teyit edilememesi, bilgilerin dikkate alınmamasındaki temel sebeplerden biriydi. Bazna, Sofya’nın bombalanmasının dışında; Sovyetlere gidecek olan yardımlarla ilgili dökümanları, Moskova, Kahire ve Tahran’da düzenlenen konferansları, İnönü, Roosevelt ve Churcill arasında geçen konuşmaların raporlarını da Almanlara bir bir iletti. Çektiği fotoğrafların en kıymetlisi şüphesiz ki Normandiya Çıkartması’yla ilgili olanlardı. Kod adı Overlord olan operasyon, İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini doğrudan etkiledi. Ne var ki; Alman Dışişleri Bakanı Von Ribbentrop, ikili oynayan bir casus olabileceği endişesiyle Çiçero’nun elde ettiği belgelere güvenmedi. Müttefiklerin çıkarmasının batıdan değil, Balkanlar’dan ya da Norveç’ten geleceğini düşünen Almanlar, daha sonra büyük bir hayal kırıklığına yaşayacaklardı.
Kahire Konferansına Katılan Liderler. Oturanlar: Roosevelt, İnönü, Churcill
Ancak Bazna, namı diğer Çiçero’nun belgeleri yine de faydalı oldu. Büyükelçi Papen, Türkiye’nin İngiltere ile yaptığı görüşmelerden bu istihbarat sayesinde haberdar olmuş, böylelikle politikasını ona göre şekillendirmişti. Belgelerin bir başka faydasını da alışverişi yapan Moyzisch dile getiriyor: “Bu belgeler stratejik manada hiçbir zaman kullanılmadı. Uygulamada sadece şifre kırıcılar için yararı oldu. Reich’in liderleri, düşmanlarının gücü ve niyetleri hakkında ellerinde olan kesin bilgileri kullanmadılar.”
Casusluğa Son Vermesi
Almanlar Çiçero hakkında pek fazla bilgiye sahip değillerdi. Moyzisch kendisine verilen emir gereği pek çok kez Bazna’ya kim olduğuna dair sorular yöneltmiş olsa da bunlara pek de cevap aldığı söylenemezdi.
Bazna’dan öğrendiği bilgiler; onun Arnavut olduğu ve babasının av esnasında bir İngiliz tarafından vurulmuş olduğuydu. Maceraperest, kibirli, hırslı ve alt tabakada olmayı hazmedemediği için son derece tehlikeli yapıda olabileceği rapor edilmiş olan Çiçero’nun, bu işi cesaretle sürdürmesinin bir diğer nedeninin babasının ölümünden ötürü İngilizlere duyduğu nefret olduğu düşünülüyordu.
Almanya Büyükelçisi Franz Von Papen: “Çiçero’dan aldığımız malumat cidden çok kıymetli idi. Bu sayede Tahran’da yapılan gizli konferansta Almanya hakkında alınan kararlardan haberdar olduk.”
Hakkında az şey bildikleri casuslarının Alman Elçiliğine geleceği günler, üst düzey SS subayları hariç herkes dışarı çıkarılır, onu görebilecek olanların etrafta olmamasına özen gösterilirdi. Uzaklaştırılan kişilerden biri de Moyzisch’in sekreteri olan Nele Kapp’tı. Kapp ve Sofya’da Büyükelçilik görevinde olan babası Nazilere karşıydılar; ancak bunu açık etmiyorlardı.
Genç kadın, elçilikteki hareketliliğin İngilizleri ilgilendiren bir şey olduğunu anladığı an Amerikalılara bu durumu iletti. Niyeti, onlara verdiği bilgiler karşılığında kendisini Amerika’ya aldırmaktı. Nitekim istediğini elde etti. Amerikalılar da aldıkları bu bilgiyi İngilizlere ileterek aralarında bir casus olduğunu bildirdiler.
Konunun muhatabı İngiltere Büyükelçisi Hugesson, Bazna’nın İngilizce dahi bilmeyen saf bir adam olduğunu dile getirip, söz konusu ihtimali pek gerçekçi bulmadı.
Ancak, İngiliz gizli servisi casusu bulmak için Ankara’ya bir elemanını gönderdi. Yakalanma ihtimalinin arttığını düşünen Bazna, çok geçmeden elçilikteki görevinden istifa etti ve bu sayfa da böylelikle kapanmış oldu.
Akıbeti
Büyükelçi Von Papen’in “Mütemadiyen para istiyordu” diye anlattığı Çiçero’nun, İngiliz elçiliğinden ayrıldıktan sonra başına gelenlerle ilgili farklı görüşler mevcut.
Ancak anlaşılan o ki Bazna; Arjantin, Almanya ve Türkiye arasında dolaşmıştı. 1970 yılında hayata gözlerini yuman Çiçero, Milliyet Gazetesi haberine göre Münih’te, CIA raporuna göre Ankara’daydı. Mezarının Münih’te bulunan Perlacher Forts Mezarlığında yer aldığı düşünüldüğünde, gazetenin verdiği bilginin daha doğru olduğu görülüyor.
Sahte Paralar
İlyas Bazna, Almanlardan ödemeleri İngiliz Sterlini şeklinde istemişti. Her ne kadar o dönem savaşta sürüyor da, İngilizlerin paraları kıymetini koruyordu. Ancak; sterlinin kıymetini düşürüp İngiliz ekonomisini batırmak isteyen Almanlar, sahte banknot basmaya başlamışlardı ve Çiçero’nun bundan haberi yoktu.
Gerçeğinden ayırt etmenin imkansız olduğu paraların bir kısmı bu gizemli ajanın ödemelerinde de kullanılmıştı. Moyzisch’in kaleme aldığı anılarında bahsettiği üzere Bazna’nın Arjantin’e götürdüğü paralar sahteydi ve bu savaştan kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştı. Yine de Moyzisch’in amiri Ernst Kaltenbrunner’e göre, Bazna’ya verilen paraların ilk 200 binlik kısmı sahte değildi. Ancak, parayı elinde tutma konusunda pek başarılı olmadığı için bu işten 40 bin pound civarı bir kar ettiği düşünülmekteydi.
İlyas Bazna’nın 60’lı yıllarda Alman Konsolosluğu’na giderek verilen paraların sahte olduğunu bildirdiği ve para istediği, hatta Almanya’yı mahkemeye vererek tazminat talep ettiği bilinmektedir. Ayrıca, Almanya’dan emekliliğini de isteyen Bazna’nın ölüm haberinin verildiği 25 Aralık 1970 tarihli Milliyet Gazetesi nüshasında, bu taleplerine olumlu karşılık bulamadığı ve Münih’te işsiz kaldığı bilgisi verilmektedir. İngilizlerin, Almanlara bu konuda baskı yaptığı da yine aynı gazetenin bir başka haberinde dile getirilmektedir.
Röportajlar, Kitaplar, Filmler
İlyas Bazna, kendisine Büyükelçi Papen tarafından Çiçero adı verildiğini ancak 1950 yılında, Moyzisch’in anılarını kitaplaştırması sonrasında öğrenebildi.
İngilizlerin kendisinden intikam alacağı korkusuyla BBC’yi her defasında reddetti; ancak diğer tüm röportaj tekliflerini kabul etti. Fransız, Alman ve Türk basınına demeçler verdi. Alman gazeteci Hans Nogly; Bazna’nın daha önce yazdıklarından yola çıkarak 1964 yılında Ben Çiçero’ydum adlı kitabı piyasaya çıkardı. İngilizce, Almanca ve Fransızca basılan kitabın Türkçe versiyonu da mevcut.
Bazna’nın yaptığı röportajlardan en önemlisi, kuşkusuz ki Fransız gazeteci ve tarihçi Alain Decaux’yla gerçekleştirdiğiydi. Decaux, bu röportajın dışında 9 Gizli Dosya adıyla yayınlanan kitabında da Çiçero’ya bir bölüm ayırdı.
İlyas Bazna’nın hikayesi, 1951 yılında Ankara Casusu Çiçero adıyla beyaz perdeye aktarıldı. Mehmet Muhtar’ın yönetmenliğini yaptığı filmde Çiçero rolünü Vedat Karaokçu oynadı.
Bu film vizyona girdiği günlerde İstanbul ve Ankara sokaklarında bir başka Çiçero filminin çekimleri sürüyordu. Five Fingers adıyla Amerikalılar tarafından çekilen filmin yönetmenliğini Joseph Leo Mankiewicz üstlenirken, Çiçero rolünü ünlü İngiliz aktör James Manson canlandırdı. 1952 yılında Türkçe ve İngilizce’nin yanı sıra; Fransızca, İspanyolca ve Portekizce olarak dünya sinemalarında gösterime giren filmin senaristi Micheal Wilson, en iyi senaryo dalında Altın Küre Ödülü’nün sahibi oldu. Wilson aynı yıl(1953), ünlü yazar Edgar Allen Poe anısına verilen Edgar Ödülü’nü de evinde götürdü.
Ankara Casusu “Çiçero”
1956 yılında yine Amerikalılar tarafından “Operation Cicero” adıyla 1 saatlik TV filmi çekildi.
Ayrıca, Batı Almanya’da çekilen “Interpol” adlı belgesel dizinin 1964 yılındaki ikinci bölümü, İlyas Bazna’yı konu aldı ve Ben Çiçero’ydum (Ich War Cicero) ismiyle yayınlandı.
Kime Çalışıyordu?
İlyas Bazna ile ilgili en çok merak edilen konu buydu ve tatmin edici bir sonuç bugün dahi alınabilmiş değil. Almanlar, onun İngilizlere çalışan bir ajan olduğunu düşünüyorlardı. Moyzisch’in anılarında “…Bütün bu işin İngiliz gizli servisinin bir oyunu olduğunu itiraf etmiş diye duyduk.” şeklinde bir cümle bulunmaktadır.
Alman yetkililer, Bazna’nın Türk istihbaratına çalışıyor olabileceğini de düşünmüşlerdi. Getirdiği bazı fotoğrafların bir kişinin tek başına çekemeyeceği türden olduğunu düşünmeleri ve bazı parmak izlerinin fark edilmesi duydukları bu şüpheyi oldukça artırmıştı.
Bazna’nın elçilikte çalışan bir kadını kendisine aşık ettiği ve tüm bu casusluk işlerini yaparken ondan yardım aldığını ifade ettiğine dair yayılan bir iddia da, Almanların tek başına çekmesi mümkün değil savını destekler niteliktedir.
CIA’in hazırladığı raporun son cümlesinde ise “Ara sıra Türk istihbaratı için ufak işler yapar…” ifadesi yer almaktadır.
“Aile Reisi”
Decaux, 1955’te İstanbul’da Bazna’yı karısı, kızı, damadı ve üç erkek çocuğu ile buldu.
Fotoğraf: Solda Tarihçi Alain Decaux ve yanında Çiçero
Çiçero ve Moyzisch’in arabada film transferi yapacakları sıra Türk istihbaratı peşlerine takılmış ve uzun süren bir kovalamaca yaşanmış. Yaşanan olay sonucunda kimse yakalanmamış olsa da bu durum Türklerin her şeyden haberdar olduklarına dair bir mesaj olması bakımından son derece önemlidir.
İngilizler ise, uzun yıllar söz konusu olaya dair hiçbir belge ortaya koymadılar; ancak 2003 yılında açılan arşiv belgelerinde Çiçero’nun ismi gün yüzüne çıktı. Çıkan haberler sonrası The Telegaph’a mektup yazan Peter Blunt (30 Mayıs 2003), o dönem İngiliz Askeri Ateşesi olarak görev yapan babası J. S. Blunt’ın kendisine Çiçero’dan bahsettiğini; büyükelçilik görevlilerinin Bazna’nın faaliyetlerinden haberdar olduğunu ve ona göre hareket edildiğini aktarmıştır. Ancak, sonrasında yetkili ağızlardan herhangi bir açıklama yapılmamıştır.
Evet, böylelikle anlatacaklarımızın sonuna geldik. Casus hikayeleri her zaman sevilmiştir. Ortada bir belirsizlik olması, konuyu her daim canlı tutmaya yarıyor. Fazlasıyla gizemli bir şaysiyet olan Çiçero, sırlarıyla her daim yaşamaya devam edecek gibi duruyor.
Five Fingers filminin İstanbul sahnelerinden bir kesit: