Kolera İçin Osmanlı’nın Aldığı Önlemler

Kolera, insanda akut başlangıçlı bulantısız kusma, karın ağrısız şiddetli ishal, kısa zamanda su ve elektrolit kaybına bağlı olarak gelişen ve kısa sürede girişimde bulunulmazsa oldukça öldürücü olan bir enfeksiyon hastalığıdır. Kirli içme suları ve yiyeceklerin tüketilmesi sonrası, bağırsaklara yerleşen bakterilerin çoğalmasıyla etkisini gösteren koleranın ortaya çıktığı yer Hindistan’dır.

1800’lü yıllardan itibaren Hindistan’dan diğer coğrafyalara sıçradı ve uluslararası bir mesele haline geldi. Kolera ciddi bir tehditti, çok kolay yayılabiliyordu. Geçmişte acı şekilde tecrübe edilen bu hastalığı durdurabilmek için 19. yüzyıldan 20.yy’ın ilk çeyreğine kadar ki dönemde 12 uluslararası sağlık konferansı toplanmıştı.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Kolera

Ticaret yolu üzerinde bulunması ve geniş bir coğrafyaya yayılması sebebiyle Osmanlı Devleti’ne her seferinde tehdit oluşturan kolera, özellikle 1890’lı yıllarda çok geniş bir coğrafyaya yayıldı.

1892-1895 yılları arasında ciddi bir tehdit olan hastalığı kendi topraklarından uzak tutmak için Osmanlı Devleti, azamı bir gayret gösterdi.

Avrupa, Rusya ve İran’da görülen hastalık sonrası başlıca önlem olarak karantina uygulandı.

Avrupa’dan kara yoluyla ülkesine gelecekler için Kosova’ya bağlı Zibifçe ve Edirne yakınlarındaki Cisrimustafapaşa’da için üç gün karantina uygulamaya başlandı.

Öyle ki o sırada İstanbul’a gelecek olan Rus sefire karantina beklemeksizin gelemeyeceği dahi söylenmişti.

Osmanlı Devleti, bu salgının uluslararası bir mesele olduğu bilinciyle komşularıyla işbirliği yoluna gitmiş ve ortak politikalar izleme amacıyla görüşmeler gerçekleştirmiş. Rusya’yla sağlanan mütabakat sonrası Hopa ve Polathane’ye(Akçaabat) de karantinalar kurdu.

Karadan ve denizden gelen herkese karantina uygulaması sıkı tutulmaya çalışıldı. O dönem Odessa’dan gelen gemilerdeki yolcuların pek çoğunda kolera olduğu anlaşılınca, oradan gelen yolcuların karantina süresi 5 güne çıkarıldı. Sivastopol’dan gelenlere ise bu süre 10 gündü.

Önlemlere rağmen ülke içine yayılması muhtemel hastalık için, halkı bilinçlendirmek adına talimatnameler çıkarıldı, karantinalar hakkında tüzük yayınlandı ve Avrupa’da kolerayla mücadelede başarı sağlamış yöntemler incelendi.

Kolera İstanbul’da

Onca çabaya karşın kolera, Osmanlı Devleti sınırları içine sızmayı başardı. Başkent İstanbul’da durum kontrol altında gibi duruyordu. Ne var ki bu çok uzun sürmedi. Koleraya sebep olan bakterinin etkisinin iki üç gün sonra ortaya çıkması, bakterinin fark edilmeden başkalarına bulaşmasına sebep oluyordu.
Hal böyle olunca Mevhibe Hanım da bakterinin vücuduna girdiğini fark etmemişti. İlk zamanlar yalnızca Üsküdar civarında görülen kolera, Üsküdar ziyareti sonrası Fatih’teki evine dönen Mevhibe Hanım’la birlikte İstanbul’a taşınmış oldu.

Aman Pasteur Derdime Çare!

Bunun üzerine dünya çapında bir bilim adamı olan Louis Pasteur’den koleranın yok edilmesi için önerileri rica edildi. Osmanlı Devleti’ne konuyla alakalı bir rapor gönderen Pasteur, istedikleri takdirde yardımcısı Dr. Chantemesse’i İstanbul’a gönderebileceğini iletti. Memnuniyetle karşılanan bu teklif sonrası Chantemesse İstanbul’a geldi.

Türkiye’nin ilk tıp fakültesi olan Mektep-i Tıbbiye-i Şahane’nin bahçesine, suları incelemek amacıyla Bakteriyolojihane’nin kurulmasına öncülük etti. Bu aynı zamanda Osmanlı’nın ilk bilimsel araştırma kurumu olması açısından da önemliydi.

İstanbul’un su kaynaklarından bir kısmını barındıran Bahçeköy’de birinin koleraya yakalandığı haberi üzerine bakterinin sulara bulaşabileceği endişesi baş gösterdi. Bu endişe öyle bir hal aldı ki, hastanın tedavisinden çok eğer ölürse nereye gömüleceği düşünülmeye başlandı. Suların tutulduğu bentlerden daha yüksek seviyede olan köy kabristanına gömülürse, bakterinin bentlere ulaşabileceğinden korkuldu ve hasta daha ölmeden Büyükdere’de mezar yeri hazırlandı.

Ayrıca bu vakadan sonra bentlere insanların müdahalesinin önüne geçme amacıyla güvenlik güçleriyle çevrelerinde güvenlik çemberi oluşturuldu. Ayrıca sokak çeşmelerinin içleri dezenfekte edildi ve yere yakın olan musluklar sel suyuyla diğer pisliklerden korunması amacıyla yükseltildi.

Devlet karadan ve denizden gelecek mallara ve yolculara karantina uygulamasına gitmişti ama kaçakçılık da hastalığın yayılması ihtimalini artırıyordu. Devlet deniz yoluyla yapılan kaçakçılığın önüne geçmek için, İstanbul Boğazı’ndan Hopa’ya kadar ki sahil şeridinde görevlendirilmek üzere vapurlar tahsis etti.

Salgının Bilançosu

Devletin aldığı önlemler belki koleranın ülkeye girmesine engel olamamıştı ama koleranın görüldüğü ülkere kıyasla, hastalığın bulaşması ve ölümlerin oranı oldukça düşük kalmıştı.

1892 salgınında hastalığın Hindistan’dan yayılması sonrası, Hindistan dışındaki coğrafyalarda 1892 sonunda beş yüz bin insan hayatını kaybetmişti.

1892-1895 yılları arasındaki salgından en çok etkilenen ülke Rusya olmuştu. Salgının yoğun olarak görüldüğü zaman diliminde günde ortalama dört bin kişinin, koleradan öldüğü rapor edildi.
İran’da 92-95 arası yaklaşık yetmiş bin kişi hastalıktan dolayı hayatını kaybetti.

Hicaz’da 1893 yılında Hac mevsimi sırasında ortaya çıka kolera, yıl sonunda toplam 30.336 kişinin ölümüne sebep oldu.

Osmanlı’da ise, özellikle Anadolu’da 1910lara kadar yer yer kolera vak’alarıyla karşılaşıldı ama kolera görülen şehirlerdeki resmi rakamlar dikkate alındığında ölü sayısı 5 ile 10 bin arasında kalmaktadır.Alınan önlemler işe yaramış; 1892 salgını, çevre ülkelere kıyasla oldukça hafif atlatılmıştı.

   Kaynaklar