Yazar: Ali Hüsmen Mutlu
Avrupa – Asya arasında belki de en önemli geçiş noktası olan ve Tuna Nehri gibi bir cevhere sahip Balkanlar, asırlar boyunca; göçler, savaşlar ve iktidar kavgaları gibi devinimlerin bolca yaşandığı bir coğrafya olagelmiştir. Bu sebeplerden ötürü, hem Büyük Roma İmparatorluğu, hem de onun mirasçısı Doğu Roma/Bizans İmparatorluğu için de sürekli bir uğraşı alanı olmuştur.
Bu yazı dizisinde, söz konusu coğrafyadaki bir kısım tarihi olayları, Bizans İmparatorluğu ve Bulgarlar arasındaki mücadeleler perspektifinde anlatacağız. Bu anlatımda ise bize, mücadelenin iki farklı dönemdeki ünlü aktörleri: Bulgar Hanı Krum (Hük: 803 – 814) ve Bizans İmparatoru II. Basileios (Hük: 976 – 1025) yardımcı olacaklar.
MS 324 yılından beri Büyük Roma İmparatorluğu’nu (Imperium Romanum) tek başına idare eden I. (Büyük) Konstantinos’un, o zamana kadar yaklaşık 20.000 nüfuslu orta halli bir şehir olan Byzantion’u imar ve ihya ederek 330 yılında başkent ilan etmesiyle kurulduğu kabul edilen Bizans İmparatorluğu, hemen herkesin hakkında az çok fikre sahip olduğu bir medeniyet. Ancak, Bulgarlar hakkında bu kadar bilgiye sahip olduğumuzu söylemekse pek güç…
Bu yüzden, yazımıza Asya steplerinden kopup gelen bir Türk kavmi olan Bulgarların serüveninden biraz bahsederek başlayalım:
Tarihte bilinen ilk Bulgar Devleti, 635’te Orkhan ve onun 665 yılına kadar tahtta kalan kuzeni Kubrat tarafından, Kafkasya ve Azak Denizi’nin civarında kuruldu. Ancak, ömrü uzun sürmedi.
Başarılı bir devlet adamı olan Kubrat, Bizans İmparatoru Herakleitos’a da yardım etmiş, onun lehine iktidar komplolarına adı karışmış etkili bir hükümdardı. 665 yılında Kubrat öldükten sonra beş oğlu, ülkeyi aralarında paylaştılar. Daha da önemlisi, topraklarının hemen doğusunda, tarihlerinin en parlak dönemini yaşamanın arifesinde olan bir devlet daha vardı: Hazarlar…
Kubrat’ın çocukları, daha sonra anlaşamayarak ayrıldılar. Bayan (Baianos) ana topraklarda kaldı ancak, daha sonra Hazarların hâkimiyetine girdi.
Bulgarların tarihteki ilk büyük krallarından olan Kubrat’ın 3. oğlu Asparuh (ya da Isperih) ise, Hazarların baskısından kaçıp 670’lerde Tuna boylarına gelerek, burayı yurt belledi. Bu sırada, Bizans İmparatoru IV. Konstantinos (668 – 685) tahttaydı ve bu kalabalık, aynı zamanda savaşçı kavmin sınırlarına gelişinden elbette haberdardı. Ancak tam o sıralarda, Araplar (Avarlarla ortak olarak) ilk kez Konstantinopolis’i kuşatmışlardı (MS 674 – 678) ve dolayısıyla kendisi bir hayli meşguldü. Böylece Asparuh devletini rahatça genişletmeye devam etti.
I. Bulgar Hanlığı ve Batıya Göç
I. Bulgar Hanlığı ve Batıya Göç
Dolayısıyla Konstantinos, Bulgarlara yüzünü ancak Araplarla Avarlar kuşatmayı kaldırdıktan sonra, 680 yılında çevirebildi. Fakat; bu tarihte büyük bir ordu ile Bulgarlar üzerine sefere çıkabilen İmparator Konstantinos’u, bir dizi kötü sürpriz beklemekteydi:
Tuna boylarındaki arazinin aşırı derecede bataklık olması, sefer sırasında kendisinin gut (nikris) hastalığının nüksetmesi ve ayrıca bu durumun Bulgarları cesaretlendirerek savaşmaya teşvik etmesi gibi… Bu sebepler yüzünden, Konstantinos’un Asparuh karşısında yaşadığı hezimet de, bir o kadar büyük oldu.
Bulgarlar ise, Bizans’a karşı kazandıkları bu zaferin sonrasında, kralları Asparuh liderliğinde, günümüz Bulgarlarının nüvesini oluşturacak olan Tuna Bulgar Devleti’ni kurdular (MS 681) ve böylelikle Bizans İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar, 750 yıldan fazla sürecek olan Bulgar – Bizans çekişmesi başlamış oldu.
Asparuh’tan Krum dönemine (803 – 814) kadar Bulgar – Bizans ilişkileri, kâh ittifaklar, kâh sonu gelmez düşmanlıklar şeklinde tüm hızıyla inişli çıkışlı sürdü.
Krum’un 803 yılında tahta geçişinin öncesinde Bizans’ın durumuna bakıldığında, bir hayli karmaşalı bir dönem görüyoruz. Özetlemek gerekirse:
-IV. Konstantinos’un ölümüyle tahta geçen oğlu II. Iustinianos, 695 yılında bir darbeyle indirildi ve burnu kesilerek Kırım’a sürüldü. Bunun üzerine lustinianos Hazarlara sığındı. Böylece imparatorluk, tahtın generaller arasında sürekli el değiştirdiği bir “20 yıllık anarşi (695 – 717)” dönemine girdi.
– Ancak, imparatorluğun baskısı yüzünden Hazarlar, Iustinianos’u geri yolladılar. Bu esnada Iustinianos, Asparuh’un 702’deki ölümü üzerine tahta geçen oğlu Tervel’le irtibata geçti ve onun desteğini alarak tekrar tahtına geri döndü. Aslında II. Iustinianos, burnu kesik olduğu için imparatorluk yapamamalıydı (Hatta kendisinin, burnunu gizleyebilmek için altından bir burun yaptırdığı söylenir) ancak, kendisinin kesik burnuyla tekrar imparator olması, Bizans tarihinde bilinen ilk ve tek örnektir.
-Ancak ikinci dönemi tam bir intikam ve dehşet dönemi olarak kayıtlara geçen II. Iustinianos, 711 yılında yine bir darbeyle tahttan indirilerek, oğlu Tiberios ile birlikte öldürüldü ve böylece “Herakleios Hanedanı” sona ermiş oldu.
-695’te başlamış olan “20 yıllık anarşi” dönemi, Mart 717’de III. Leon’un tahta geçmesiyle sona erdi. Ancak, 741 yılına kadar 24 yıl tahtta kalacak olan Leon’u, tahta geçişinin üzerinden henüz 3-4 ay geçmişken başka bir dert bekliyordu: 120.000 kişilik bir ordu ve 1.000 gemiden meydana gelen donanma ile İstanbul’u tarihte üçüncü kez kuşatan Müslümanlar… Bu kuşatma, hem kış mevsiminin çok sert geçmesi, hem de Rum Ateşi’nin etkisiyle Müslümanların sürekli geri püskürtülmesiyle 718 yılında kaldırılsa da, Müslümanların Anadolu içlerinde ilerlemesine mani olmadı.
– Ayrıca, III. Leon 726 yılında “Tasvir Kırıcılık (Iconoclasm)” dönemini başlattı ve imparatorluk, hem kendisi hem de oğlu V. Konstantinos döneminde bir de bu karışıklıkla çalkalandı.
– Yine V. Konstantinos döneminde, 763 tarihinde Teletz yönetimindeki Bulgarlara karşı savaşıldı ve Bulgarlar ağır bir yenilgi aldı.
– Tasvir Kırıcılık, V. Konstantinos’un Hazar asıllı dillere destan Prenses Çiçek’ten doğma oğlu, pasif bir imparator olan IV. Leon zamanında (775 – 780), tarihte kişisel ihtiraslarıyla nam salmış olan karısı Irene’nin de etkisiyle yumuşamaya başladı.
– IV. Leon’un ölümü sonrasında tahta, henüz 10 yaşında olan Irene’den doğma oğlu VI. Konstantinos geçti. Yönetim, annesi Irene’nin elindeydi artık. Tarih boyunca, hırsı gözlerini bürümüş pek çok kadın karakter vardır. Ancak, 797- 802 arası devleti tek başına yöneten Irene gibisi, çok zor bulunur… Oğlu ülkeyi yönetebilecek yaşa geldiğinde bile onunla yönetimi paylaşmak istemez. VI. Konstantinos’un hayatı, annesi Irene tarafından gözleri mil çektirilmekle ve bir manastırda acılar içerisinde ölmesi ile sonlandı.
– Bizans İmparatorluğu, Irene’nin ihtirasları pençesinde maddi ve manevi bir çöküşe doğru giderken, komşularında da işler Bizans’ın pek lehine işlememekteydi:
– Abbasiler, ünlü halifeleri Harun Reşid yönetiminde (786 – 809) “1001 Gece Masalları”na geçecek bir “altın devir” yaşıyorlar, ayrıca,
– Papa Leon, 801 yılının noel sabahı Roma’daki Aziz Petrus Katedrali’nin önünde Charlemagne’a “imparatorluk” tacı giydirerek, tarihin akışını değiştiriyordu. Frank kökenli Karolenj Kralı Charlemagne, artık “kutsanmış” bir imparatordu. Ve dünya, iki adet kutsanmış imparator için çok dar bir yerdi…
– Aslında Irene, çiçeği burnunda “Batı” İmparatoru Charlemagne’nın kendisine yaptığı “makul” evlenme teklifini kabul etmeye meyilliydi. Ancak bunu fark eden yönetici tayfası, hazinedar bir memur olan Nikephoros önderliğinde bir darbeyle Irene’yi tahttan indirerek, Midilli (Lesbos) Adası’na manastıra sürdüler. Nikephoros da, 802 yılında I. Nikephoros olarak imparator oldu. 811 yılına kadar da hayatta kaldı…
Nikephoros ile bu yazının başrol oyuncusu Krum’un tahta geçiş tarihleri, birbirine yakınlık gösterir. 803 yılında tahta geçtiği sanılan Krum, 807’de Charlemagne’nın zayıflattığı Avarlar’a ölümcül darbeyi vurup tüm Balkan coğrafyasında yaşayan Bulgarları birleştirerek, o zamana kadar görülmemiş güçte bir devlet oluşturmuştu. Bu tarihten sonra ise tüm konsantrasyonunu Bizans’a verecekti. Böylece, Bizans üzerine sürekli akınlar yapmaya başladı.
Krum’un sonu gelmez tacizlerinden bıkan Nikephoros, 809 yılında Harun Reşid’in de ölmesini ile “Doğu Cephesi”nde ortaya çıkan sessizliği fırsat bilip, 811 yılında devasa bir ordu ile Bulgarlara karşı sefere çıktı. Kendisi, her ne kadar imparatorluğu mali açıdan daha iyi bir noktaya taşıdıysa da, askeri açıdan çok zayıf bir görüntü vermekteydi. Ayrıca, kendisinin sevmeyeni de çoktu. O yüzden Nikephoros için belki de bu duruma da son vermenin artık bir zamanı gelmişti.
“Sonuna kadar gitmek” amacıyla harekete geçen Nikephoros için başta işler pek de kötü gitmedi çünkü Bulgarların böyle devasa bir ordu karşısında çekilmekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Dağlara çekilen Bulgarları kadın çocuk demeden müthiş bir kıyımla takip eden Nikephoros, bu ihtirasının bedelini çok ağır ödeyecekti. Dağlara hâkim olan Bulgarlar, Bizanslıların günümüzde Varna’nın yaklaşık 100 km batısında denizden 900 m yüksekte yer alan ünlü Vărbitsa Geçidi’ne girdiğini fark ettiler.
Pliska ya da Vărbitsa Geçidi Savaşı
Bu büyük hatayı affetmeyen Bulgarlar, gece karanlığında geçidin iki tarafını da kapattılar, hatta gün boyunca da saldırmayıp, setlerini tahkim etmeye devam ettiler… Saldırmak için hiç acele etmeyen Bulgarlar, başladıkları katliamı da aynı şekilde, iki güne yaydılar. Nihayetinde, o devasa Bizans ordusundan geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştı…
Savaş alanında öldürülen Nikephoros’un kellesi ise, günlerce Bulgar ordusunun kampında mızrak üzerinde teşhir edilerek, nihayetinde Krum’a sunuldu. Krum ise, kafatasının içini gümüşle kaplattırıp, ömrünün sonuna kadar “şarap kadehi” olarak kullandı.
Artık ufukta, Bizans için uzun sürecek olan bir karmaşa dönemi görünmekteydi…
Krum Han döneminde Bulgar Devleti
Krum Han döneminde Bulgar Devleti
Bu zaferin ardından Krum, zaten “imparatorunun kafatasından şarap kadehi yaparak” iyice küçük düşürdüğü Bizans’ı, 813 yılı yazında Edirne civarında tekrar yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine henüz çiçeği burnunda bir imparator olan Mikhail Rangabe, tahtını Edirne savaşında kendisine büyük bir ihanette bulunan Ermeni asıllı bir generaline, V. Leo’ya terk etmek zorunda kaldı. Edirne zaferinden sonra önünde hiçbir engel kalmayan Krum, doğuya ilerleyerek, Trakya’yı yağmalaya yağmalaya, Konstantinopolis’e ulaştı ve şehri kuşattı. Bizans’ın daveti üzerine katıldığı barış görüşmelerinde kendisine düzenlenen suikasttan kıl payı kurtulan Krum, bu olaydan sonra nefretini iyice katladı ve Konstantinopolis’in surları dışında kalan neredeyse tüm canlıları katletti. Hatta Silivri’nin (Selymbria) adeta bir küle döndüğü bilinmektedir. Süregelen bu katliamlar esnasında, Bizans’ın adeta birer çırpınışı andıran her hareketi, Krum’u daha da çileden çıkartıyor ve beraberinde bir katliam daha getiriyordu. Krum, artık Bizans’ı yıkmaya iyiden iyiye niyetlenmişti…
Bunun için donattığı devasa ordu tam harekete geçecekken, 13 Nisan 814 günü aniden burnundan, ağzından ve kulaklarından kan boşanarak, birkaç dakika içinde can verdi. Bizans’ı, pek çok kez olduğu gibi, yine o “esrarengiz şansı” kurtarmıştı…
Yazar: Ali Hüsmen Mutlu
Kaynaklar:
John Julius Norwich, Bizans II. Cilt Yükseliş Dönemi (MS 803 – 1081)
Umberto Eco, Ortaçağ (Barbarlar, Hristiyanlar, Müslümanlar)
Arthur Koestler, Onüçüncü Kabile ( Hazar İmparatorluğunun Mirası)
Wikipedia
Doç. Dr. Birsel Küçüksipahioğlu, Balkan Tarihi (İstanbul Üniversitesi AUZEF Tarih Bölümü Ders Materyali)
Doç. Dr. Birsel Küçüksipahioğlu, Bizans Tarihi (İstanbul Üniversitesi AUZEF Tarih Bölümü Ders Materyali)