Yıllardır tartışmalara doyulamayan bir konu; Yeni Türk Harflerinin Kabulü. Üzerinden geçen doksan seneye rağmen, bin seneyi aşkın süren Arap harfleri geleneğinden sonra gelmesi bu tartışmaları anlaşılabilir kılıyor aslında.
“Bir gecede cahil kaldık!” gibi tatsız cümlelerden uzak, Latin harflerinin tartışılmaya başlandığı 19. yüzyıldan Cumhuriyet’in ilanına kadarki süreçte ortaya çıkan yenilik söylemlerine eğileceğiz. Kimler ne demişler, neler denemişler?
1800’ler
Her ne kadar 1800’ler diye başlık atmış olsak da alfabeyle alakalı tartışmalar 1800’lü yılların ortalarında başlıyor.
Fitili ilk ateşleyenler olarak Ahmet Cevdet Paşa ve Münif Paşa’yı gösterebiliriz. Onlar, Arap alfabesinin Türkçe’deki bazı sesleri ortaya çıkarmada yetersiz kaldığını ve bunu aşmak için birtakım iyileştirmeler yapılması gerektiğini ilk savunanlar.
Münif Paşa, 1862 yılında verdiği bir konferansta bu konudaki düşüncelerini ve yapılması gerekenlere dair fikirlerini ortaya döküyordu. Paşa, Arap alfabesinde büyük harflerin mevcut olmamasından ötürü özel isimleri diğer isimlerden ayırmanın güçlüğünden dem vururken bir yandan da Avrupalıların yazılarında herhangi bir zorluk çekmedikleri için 6-7 yaşındaki çocukların okuyup-yazmayı öğrendiklerini, böylelikle toplumun her tabakasının kendilerini ifade edecek kadar iyi yazabildiğini dile getiriyordu.
Münif Paşa’nın fikri doğrudan Latin alfabesine geçelim değildi. Onun asıl istediği mevcut alfabede ıslahat yapılması gerektiğiydi. Münif Paşa, yazılış ve okunuşunu kolaylaştırmak için mevcut harflerin ayrık yazılması gerektiğini savunuyordu.
Mehmet Tahir Münif Paşa.
Farsça, Arapça, Fransızca, İngilizce ve Rumca bilmekteydi. Çince öğrenmeye de çalışmıştır. Lakabı “Dilin Babası”ydı (Ebu’l Lisan). Yurt içinde ve dışında pek çok görev almış üst düzey bir devlet adamıydı.
Ahmet Cevdet Paşa
Tarihçi ve düşünür kimliğiyle öne çıkmış olan Cevdet Paşa, iyi bir eğitim almış bir devlet adamıydı. Islah çalışmaları hazırlayan komisyonlarda görev aldı.
1863 yılına gelindiğinde bu sefer bir misafirin önerileri duyulmaya başlanmıştı. İstanbul’a gelen Azerbaycan Türkü, Yazar Mirza Feth Ali Uhundof, Latin el yazısına benzeyen, Arap yazısından noktaları kaldıran ve bütün harfleri birbirine bitiştiren bir yazı dizgesi ortaya attı. Aslında Uhundof’un yazısı Latin’den daha çok Kiril alfabesine dayanıyordu. Önerisi, farklı bir alfabeye yönelimin ilk örneklerinden olması bakımından önem taşıyordu.
Uhundof’tan yaklaşık altı yıl sonra, 1869’da Terakki Gazetesi yazarı Hayrettin Bey, “Maârif-i Umûmiye” adlı makalesinde doğrudan doğruya Latin alfabesini almaktan söz ediyordu. Hayrettin Bey’e göre toplum, içinde bulunduğu zorlukları ancak Latin yazısı ile aşabilirdi. Latin harfleri sayesinde yüzde üçü geçmeyen “okur-yazar” oranının artacağına inanıyordu.
Yine aynı yıl Türk milliyetçiliğinin ilham kaynaklarından olan Namık Kemal‘in bu konudaki görüşleri gazetelerde yer almaya başladı. İran Büyükelçisi Melkum Han’ın Hürriyet Gazetesinde yayınlanan mektubunda, “İslamlar alfabelerini ıslah etmedikçe talim ve terbiyede kolaylık, dolayısıyla Avrupa medeniyeti seviyesine yükselebilmek imkânsızdır.” ifadelerini kullanarak Arap harfleriyle okumanın güçlüğünden dem vurmasına Namık Kemal aynı gazete aracılığıyla yanıt verdi.
Namık Kemal, harflerin yazım ve basımda meydana getirdiği güçlüklerden ötürü yeniden ıslah edilmesi gerektiği fikrinin genel düşünce olduğunu ancak ıslah söz konusu olunca, akla önce harflerin bütün olarak değiştirilmesi düşüncesinin gelmesinin sakıncalar doğurabileceğini belirtmişti.
Namık Kemal’in genel olarak düşüncesi Arap harflerinin ıslahı üzerine olmuştu. İyi bir eğitim ve dilde sadeleşmeyle Arap alfabesinin oluşturduğu sorunların çözüleceğine inanıyordu.
Devlet nezdinde de konuyla ilgili olarak hareketlilikler yaşanıyordu. İkinci Abdülhamit’in sadrazamlarından Sait Paşa, Maarif Nazırı (= Milli Eğitim Bakanı) Mustafa Paşa’ya yazdığı emirde, uzun cümlelerin lüzumsuz edatların ve tabirlerin bırakılıp atılması konusunda çalışma yapılmasını istedi. Bu konuda 1879’dan sonra yapılan çalışmalar için ulema fetvası dahi alındı.
1884’te Ebuziya Tevfik, Şinasi gibi devrin önemli simaları basımda 500’ü aşan harf sayısını 112’ye indirme denemelerinde bulunmuş ve kendi matbaası için harfler döktürmüştü. Pek başarılı sonuç alınamasa da yaptıkları, bu konuda atılmış en somut örneklerden biri sayılabilirdi.
Namık Kemal
Türk milliyetçiliğine ilham kaynağı olan, Genç Osmanlı hareketi mensubu yazar, gazeteci, devlet adamı ve şairdir. Vatan Şairi olarak anılır. Yazdığı “Vatan Yahut Silistire” oyunu, beş dile çevrilmiştir.
1900’ler
20. yüzyılın başlarında alfabe konusunda söz alanların sayısı artmaya başladı. 1908 yılında ilan edilen İkinci Meşrutiyet sonrası Latin harflerine dayanan bir Türk alfabesi fikrini savunanların sayısı da çoğalmıştı.
1909 yılında Maarif Nezareti’nin “İmla, Dilbilgisi ve Kelime Komisyonları” kurması bu konudaki ilk resmi girişim olarak tarihe geçti. Devlet kanadının üzerinde durduğu konu, Arap alfabesinin ıslah edilerek Türk diline uyarlanmasıydı.
Trablusgarp genel valisi Ali Kemalî Paşa’nın Bâbıâli’ye gönderdiği telgraflardan bir kısmı Latin harfli Türkçe telgraflardı. Valilerin bir kısmı telgraf işlemlerinde “Türkçe Mors Alfabesi”ni kullanır olmuşlardı.
Latin harflerini savunanların başında Celal Nuri (İleri) geliyordu. Önce “Tarih-i İstikbal” kitabında “Latin harflerini alalım.” diyen İleri, daha sonra “Tarih-i Tedenniyât-ı Osmaniye ve Mukadderât-ı Tarihiye” adlı eserinde, “Bunu yalnız biz kabul etmiş olmayacağız. Bundan evvel Romanyalılar da “Kiril” harflerle yazı yazarlardı; bilâhare Latin harflerini kabul ettiler, Almanlar yavaş yavaş “Gotik” harflerini bırakıp, Latin harflerini alıyorlar. Eski zamanda büyük Petro o vakitki Moskof harflerini bırakıp, başka türlülerini kabul etmişti.” ifadelerini kullanıyordu.
Başlıklar
Toggle-Arnavutluk’tan Gelen Talep
1910 yılında Tiranlı Arnavut olan Mehmet adında bir zat, yalnızca Arnavutluk’ta Latin yazısının kullanılması için sadrazamlığa başvurdu. Sadrazamlık söz konusu yazıyı Şeyhülislâmlığa havale ederek konuyla ilgili fikrini sordu. Şeyhülislâm Sinop Mebusu Müftü Hasan Fehmi Efendi de, bunun hiçbir biçimde olamayacağını, Kur’anın Latin yazısıyla yazılamayacağını, dolayısıyla Latin yazısının hiçbir İslâm ülkesinde kullanılamayacağını belirten bir fetva vermişti.
Celal Nuri (İleri)
1902 yılında Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra avukatlık yapan İleri, daha sonra gazetecilik, yazarlık yapmıştır. Son Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda vekil olarak bulundu. 1924 Anayasası hazırlama komitesinin başkanlığını yaptı ve TBMM milletvekili olarak mecliste yer aldı.
Hatta Şeyhülislam Efendi, Latin harflerinin kabulü dışında, Arap harflerinin kullanılmakta olan şekillerinden başka şekillerde yazılmasına dahi müsaâde edilmeyeceğini belirtmekteydi.
Alfabe tartışmasına dahil olan Ziya Gökalp de, Latin alfabesine geçişi savunanlardandı. Gökalp, Arap alfabesinin Türkçeye uygun olmadığını dile getirmişti.
1911 yılında Kılıçzade Hakkı, Hüseyin Cahit ve “Mektep” dergisi çevresinde birleşen diğer yazarların, Latin harflerini kabul düşüncesine karşı oldukları, Arap harflerinin “ıslahı” üzerinde fikir beyan ettikleri görülmekteydi. Ancak Kılıçzâde Hakkı ile Hüseyin Cahit fırsat buldukça Latin yazısını savunmayı da ihmal etmemişlerdir. Anlayacağınız arayış devam ediyordu.
Tanin Gazetesi’nde 1913’te bir alfabe yayınlanmaya başlanmış ve yayınlanan bu alfabeyle her gün bir ya da birkaç yazı örneği okuyuculara sunulmuştu. Ancak bu girişim yeni yönetimin ilgisini çekmeyi başaramadı.
Dikkati çeken Serbest Fikir dergisi oldu. Latin harflerini destekleyici yazıları bulunan Kılıçzade Hakkı ve Celal Nuri’nin çıkardığı dergi bir süreliğine yönetim tarafından kapatıldı.
-Enveri Yazısı
Enver Paşa da, dil konusuyla yakından ilgilenen isimler arasındaydı ve bu konuda bir uygulamaya imzasını atmıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan (1914-1918) aylar önce telgraf haberleşmelerini basitleştirmek adına harflerin ayrık yazılması (huruf-ı munfasıla) sistemini uygulamaya koydu.
Ziya Gökalp
Milliyetçilik ve Türkçülük üzerine yazdığı eserleri ile ünlenmiş olan yazar ve devlet adamı. Muhalif kimliğiyle pek çok olaya karıştı. Diyarbakır telgrafhanesini işgal ederek, yapılan yolsuzlukların duyulmasını sağladı. İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderildi. Daha sonra TBMM’de Diyarbakır vekili olarak bulundu.
Kılıçzade İsmail Hakkı
Fikir ve siyaset adamı olarak anılan İsmail Hakkı, Osmanlı ordusuna ait pek çok kolorduda öğretmenlik görevi yaptı. Balkan Savaşı’nda alınan yenilgi sonrası kaleme aldığı “Pek uyanık bir uyku” adlı yazısıyla ünlüdür.
Bir sese bir harf ilkesine uygun olarak hazırlanan sistemde harfleri birleştirmeden ayrı yazma görüşü esas alınmıştı. Harbiye Nazırı (= Milli Güvenlik Bakanı) Enver Paşa, ordu içi yazışmalarda kullanılmasını istediği bu yazıyı savaşın başlaması üzerine ertelemek zorunda kalmıştı.
Söz konusu yazıya “Ordu Elifbası”, “Hatt-ı Cedit”, “Enver Paşa Yazısı”, “Alman Alfabesi” gibi isimler takılmıştı.
İsmet Paşa (İnönü), yapılan uygulamanın zamansızlığı konusunda Enver Paşa’ya şöyle demişti: “Paşam, yaptığınız büyük bir inkılaptır. Ancak memleketin genç zabitleri ihtiyat subayı olarak bulunuyorlar ve keşiftedirler. Harfler öyle tek tek yazılırsa keşif raporları çok gecikir. Oysa keşif raporlarının hemen ulaşması lazımdır. Bu bakımdan bu büyük eserinizi zaferden sonra tatbik etmek üzere şimdilik erteleseniz.”
Mirliva (=Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa da, Enveri yazı uygulamasıyla alakalı olarak, “Pek güzel! İyi bir niyet, fakat yarım iş, hem de zamansız… Harp zamanı, harf zamanı değildir. Harp olurken harfle oynamak sırası mıdır?..” ifadelerini kullanmıştı.
Alfabe konusu savaşların oluşturduğu havadan ötürü birkaç yıl geri plana itildi.
-İzmir İktisat Kongresi
1922 yılında Azerbaycan’da yapılan alfabe tartışmaları konuyu ülkemizde yeniden gündeme taşıdı. Yapılan tartışmaların bir sonucu olarak Latin alfabesinin kabulü teklifinin en somut şekli 21 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde ortaya çıktı.
Kongrenin işçi delegelerinden İzmirli Ali Nazmi ve iki arkadaşı tarafından verilen teklif, Kazım Karabekir tarafından “Latin harflerinin İslam birliğini bozacağı” gerekçesiyle gündeme alınmadı.
Karabekir’in bu konudaki düşüncelerinin bir kısmı şöyle: “Arkadaşlar, bugün hangi ecnebi ile görüşseniz, ilk işi ve diyeceği söz: Türkçe gayet güzel bir lisandır, kolaydır, fakat harfleri fenâdır. Bunlar bütün ecnebilerin ağzında ve sizinle ilk görüşen bir ecnebinin size ilk telkin edeceği şeylerdir… (Latin harflerini kabul ederek) bütün Avrupa’nın eline güzel bir silah verilmiş olur. Bunlar âlem-i Islâma karşı diyeceklerdir ki: ‘Türkler ecnebi yazısını kabul etmişler ve Hıristiyan olmuşlardır.“
Son olarak Kılıçzade Hakkı Bey’in, Kazım Karabekir’e İçtihad Dergisi’nde yayınladığı makale ile verdiği cevaba bakalım. Hakkı Bey yazısında, “…Türk çocuğuna bugünkü harflerimizle gazete okutmak imkân haricindedir.“ ifadeleri dışında bir Türk’ün Kur’an’ı bir Arap gibi okuyamayacağını iddia ediyordu.
Kur’an’dan aldığı bir ayeti Latin harfleriyle yazan Hakkı Bey, “Bunu Latin harfleriyle yazmakta ne sakınca var?” diye sorduktan sonra devam ederek, “Arabi harflerden gayri harflerle Kur’ân’ı yazmak küfür değildir. Ve böyle yapan kâfir ve ıtâba (azarlama) lâyık olmaz… Evet ben bir Türk ve Müslüman olduğum halde işte itirâf ediyorum… Azerbaycan Türklerinin Latin harflerini kabul etmiş olmalarından dolayı Paşa Hazretlerinin ne korkusunu ne ayıplamasını uygun bulmuyorum. Azeri Türkleri bu yüzden ne dinlerinden ne milliyetlerinden hiçbir şey kayıp etmeyecekler ve iktisaden olduğu gibi irfânen ve harsen (kültür) yakın zamanda bizi geçeceklerdir… İkincisi, Paşa Hazretleri değil ya, en uzman bir çocuk hocası bile bugünkü harflerimizle en zeki bir Türk çocuğuna altı ayda gazete okutamaz.” ifadelerini kullanıyordu.
İşte 70 yıllık alfabe tartışmalarının özeti bu şekildeydi. Tartışmalar 1928 yılında ilan edilen Harf Devrimi ile başka bir boyuta taşındı. O da başka bir yazının konusu olsun.
Ne Demişti?
Geçtiğimiz yıllarda söylenmiş ve hafızalarda yer etmiş sözleri derledik. Buradan.