Sümerli Ludingirra’nın Öyküsü – 1 İlk Aşkım

Görsel Instagram Hesabımızdan Alınmıştır.

Sümerler milattan önce 4000 ile 2000 yılları arasında tarih sahnesinde yer etmiş bir Mezopotamya uygarlığı. Zamanının ötesinde bir topluluk olan Sümerler, yazıyı icat ederek insanlığa eşsiz bir armağan vermişlerdir. Bugün, bu büyük medeniyete mensup olan bir öğretmenin kaleme aldığı hayat hikayesinden bir bölümü sizlerle paylaşacağız.

Kendisini öğretmen, şair ve yazar olarak tanımlayan Ludingirra, yetmişli yaşlarını geçtikten sonra hayatını yazmaya karar vermiş. Asıl amacı; ulusu, dili, gelenekleri, sosyal yaşamı ve sanatını gelecek kuşaklara aktarmak. Yazılarını kaleme aldığı dönem Sümerleri artık kendi kralları değil yabancılar yönetiyormuş. Böyle olunca dilleri ve uygarlıkları kendi milleti tarafından unutulacak diye endişelenmiş Ludingirra.

Biz bu bilgileri, dünyaca ünlü bir Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın ilk kez 1996 yılında yayınlanan “Sümerli Ludingirra” adlı kitabından ediniyoruz. Sümerli emekli öğretmene ait olan 23 adet tabletin tercüme edildiği kitabın birkaç bölümünü zaman zaman sizlerle paylaşacağız. Daha önce kitabı okumuş olanlar için hoş bir karşılaşma, haberi olmayanlar içinse ilgi çekici bir tanışıklık olmasını umuyoruz.

İlk Aşkım

Bana gülmezseniz başımdan geçen bir olayı anlatayım size. Ben parkta bir kıza aşık olmuştum, hem de sırılsıklam aşık!

İçini ulu ağaçların gölgelendirdiği bir parkımız var. Adı Şaurugişsar, anlamı “kentin ortasındaki bahçe”dir. Okul olmadığı zamanlar arkadaşlarla oraya gider, ağaçların gölgesinde serinlerken şundan bundan konuşurduk…Herkes nasıl kızlardan hoşlandığını veya hoşlanabileceğini söyler, sevgilisi olanlar birlikteki maceralarını anlatırdı…Bir kısmını bilerek, bir kısmını doğru zannederek dinlerdik anlatılanları.

Ben henüz kızlarla pek ilgilenmiyordum. Fakat bir gün parka bir grup kız geldi. Biraz ilerimizde birbirlerine bir şeyler anlatıp kahkahalarla gülüşüyorlardı. Bir an aralarından biri gözüme çarptı. Yüzü bana doğru dönüktü. Öyle tatlı, öyle sevimli bir yüzü vardı ki, gözlerinin içi sanki bana gülüyormuş gibi geldi. Siyah saçlarını bukleler halinde omuzlarına, alnına salıvermişti. Alt kısmı uzun, üst kısmı omuzlarından birini açıkta bırakan bir elbise giymişti. Boyu oldukça uzun, beli incecik görünüyordu. Birden, “Niçin bu kızı bu kadar inceliyorum?” diye kendi kendime sordum ve “Acaba aşk böyle mi başlıyor” diyordum. O gün bu düşüncelerle geçti.

İkinci kez parka gittiğimde, birdenbire gözlerimin onu aradığını fark ettim… Ondan sonra parkta onu sık sık görmeye başlamıştım. Ya ben onu görmek için parka gitmeyi sıklaştırmıştım veya hakikaten o sık geliyordu… Bu rastlaşmalarda yavaş yavaş göz göze gelmeye başladık. Daha sonra gülümsedik birbirimize… Yanındaki kızların ona seslenmelerinden adının Nindada olduğunu öğrendim…Fakat bende hiç ama hiç cesaret yoktu, yaklaşmaya bile. Onun yerine, eve gidince onun tatlılığı ve güzelliğini, benim özlem, sevgi ve isteklerimi dile getiren içli şiirler yazıyordum.

Bir gün her nasılsa, konuşmayı başarmıştım; başarmıştım ama iş işten geçmişti. Bana nişanlandığını, yakında evleneceğini söyleyivermesin mi; birden beynimden vurulmuşa döndüm. Ne diyeceğimi bilemedim, sanki dilim tutulmuştu.

Aslında ben evlenmeyi hiç aklıma getirmemiştim. Hem daha yaşım küçük, hem de okulum vardı. Babanı da okuldaki bütün bilgileri öğrenmeden ayrılmama hiç izin vermezdi.

Eve büyük bir üzüntü içinde geldim ve hemen onun için yazdığım o güzel şiirlerimi kırıp kırıp toz haline getirdim ve tozlarını da savurdum bahçeye.

Hep üzülürüm, o ilk şiirlerimi öyle aptalca kırıp yok ettiğime. İnsanın aynı duygu içinde şiirler yazmasına olanak yok veya ben yapamadım…

Ah, şu gençlik! Bugün ne kadar yalın gelen o olaylar, zamanında ne heyecan veriyordu insana! O günlerin özlemini zaman zaman çekiyorum; fakat yine de tekrar o günlere dönmeyi, yaşadığım bunca acı tatlı yılları tekrar yaşamayı istemiyorum nedense!