onlarin-ataturku-ceviiz

Onların Atatürk’ü…

 

Bugün 10 Kasım. Milli mücadelemizin lideri ve ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikal edişinin yıl dönümü. Atamızı ve vatanı uğruna canını ortaya koymuş aziz yurttaşlarımızı saygıyla anıyoruz.

10 Kasım 1948 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde Haluk Durukal imzasıyla yayınlanan bir röportaj, Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ün bilinmeyen yönlerini ortaya çıkarmıştır. Bu büyük devlet adamına yıllarca hizmet etmiş olan aşçıların anlattıkları, onun insani yönlerine değinilmesi bakımından önemlidir. Bundan başka, 1953 yılında Zafer Gazetesinde yayınlanan Enver Kezer röportajı da benzer öneme sahiptir.

Söz konusu iki röportajın harmanlanmış halini sizlerle paylaşıyoruz.

Kişileri Tanıyalım

Röportajı veren aşçılardan kıdemli olanı Mehmet Yücel. Yücel, 1924’ten 1938 yılı 10 Kasım’ı sabahına kadar Atatürk’ün emrinde çalışmış.  Daha öncesinde kısa bir süre İran Şahı Muhammed Ali Şah‘ın aşçılığını yapmış. Röportaj yapıldığı sırada TCDD bünyesinde Yataklı Vagonlarda çalışmaktaydı.

İkinci aşçımız ise Atatürk’e son beş yılında hizmette bulunmuş olan Hasan Aydın. Daha öncesinde Rusya’da çalışmış olan Aydın, Yücel ile kader ortaklığına devam ediyor; Yataklı Vagonlarda çalışıyordu.

Levent Esmer imzalı söyleşinin kahramanı olan Enver Kezer ise, o zamanlar Emniyet İkinci Şube Komiserlerindenmiş. Kendisi, 12 sene Atatürk’ün yanında hizmet yapmış.

“Ben Acıktım”

“Çok başka adamdı” diye anıyor aşçılar, Büyük Önder’i. 

Çok alçak gönüllüydü diye devam ediyor Mehmet Yücel. “Yüzlerce defa olmuştur. Mutfağın telefonu çalardı, açınca O’nun ‘kimsin’ diyen sesini duyardım. ‘Mehmet Usta’ derdi, ‘ben acıktım’. ‘Peki Paşam’ der, telefonu kapardım. Biraz sonra da mutfağa gelirdi. Bana çocuk gibi, ‘Mehmet Usta, çok acıktım, bana şuracıkta bir şeyler hazırlayıver’  derdi.

Yemeğini yedikten sonra da, ‘Eh, bakalım Mehmet Usta, bir kahve yap, bir de sigaradan ver!’ deyiverirdi.

Sigara ve kahvesini içer, ‘Sağ ol Mehmet Usta, iyice doydum Allahaısmarladık diyerek kalkar giderdi.”

Anlaşılan Atatürk’ün acıkmaları meşhurmuş. Enver Kezer de başka bir acıkma anısını anlatıyor: “Florya’daydık. Bir gece saat üçe doğru Atatürk yeni yatmıştı. Ben de kapısında nö­betteydim. Yarım saat geçme­mişti ki, kalktı. Yan kapıdan çıkıp mutfağa girdi. Ben de ar­kasından gittim. Beni görünce ‘Karnım acıktı Enver’ dedi. Buz dolabını açtık. Ziyafet için hazırlanmış en nadide yemeklere elini bile sürmeden, pilav ve fasulye tabaklarını aldı. Elinden alıp ısıtmak istedim. ‘Bırak Enver, ben kendim ısı­tıp yiyeyim, öyle daha zevkli olur’ dedi. Sonra, pilavı ve fasulyeyi bir sahanda karıştı­rıp ısıttı. Yerdeki kavunları yoklayarak, ‘Şunlardan tatlı bir tanesini seç’ dedi ve otur­du, yemeğini yedi.”

Bir defasında yine gece acıkan Gazi, tren yolculuğuna aldırmadan soluğu Hasan Aydın’ın yanında almış: “Hususi tren ile gidiyorduk, saat üçe doğru yatmıştık. Gece uykum arasında baktım, beni dürtüyorlar. Kalktım, lambayı yaktım, karşımda uzun beyaz entarisi ile Atatürk vardı.

Ben şaşkına dönmüştüm. Eğildi, eli ile ‘sus!’ işareti vererek: ‘Hasan, ben acıktım, bana bir şey versene!’ dedi.

Derhal kalktım. ‘Sakın gürültü etme, çocuklar akşama kadar yoruldular.’ dedi.

Hazırladığım yemeği, hemen oracıkta yedikten sonra, ‘Aferin Hasan, beni iyice doyurdun!’ diyerek, sırtımı okşadı. Halbuki ben sadece vazifemi yapmıştım.”

Uyumayan Atatürk

Mehmet Usta, Atatürk’ün İnkılap çalışmaları sırasında çok fazla çalıştığını dile getiriyor: 

“İnkılaplar sırasında öyle çalışırdı ki, 36 saat masa başından kalkmadığını bilirim. Biz mutfakta çeşit çeşit yemekler hazırladık, yanına götürünce kızar, çıkışırdı, ‘Bana bir ayranla bir dilim ekmek ver ve bol da kahve yap! Şimdilik bunlar kafi, daha öbürlerini yemeyi haketmedim.’ derdi.”

Enver Kezer de benzer şeyler söylüyor: “Bazen, yattıktan bir saat kadar sonra kalkıp sabaha kadar çalıştığı olurdu. Zaten, dörtten, beşten evvel yattığı yoktu ki…O, insan üstüydü, öyle çalışan insan hayatımda görmedim. Gecelerini gündü­züne katardı. Uyumadan, din­lenmeden nasıl yaşayabildiğine hayret ederdik. Gün olurdu, üzerinde çalıştığı işe öylesine dalardı ki, yemek yemeyi bile unuturdu.

“Ne Lüzum Var Bunlara”

Atatürk’ün fazla alâyişi(gösteriş) sev­mediğini, yine Kezer’den öğreniyoruz.  Gazi, otomobiline sa­dece başyaverini ve maiyet me­murlarından birini alırmış. Bir yere gideceği zaman da, arabası­nın etrafını motosikletlerin sarmasını katiyen istemezmiş. Hattâ bu yüzden, bir kaç defa alâkalılara sert ihtarlarda bulunmuş, “Ben milletimi, milletim beni sevdikten sonra ne lüzum var bunlara.” demiş.

“Bu yüzden motosikletli polis memurları, Ata’nın geçeceği yol kavşaklarına evvelden yerleştirilir ve ona görünme­meleri sıkı sıkıya tembih edilir­di.” diyor Enver Kezer.

Mehmet Usta da araba yolculuklarıyla ilgili olarak, “Atatürk hiçbir seyahatine ben olmadan çıkmazdı, mütemadiyen ‘ahçıbaşı hazır mı?’ diye sordurur, ben hareket edince, o da ederdi. Yolda yalnız benim otomobilimin kendi otomobilini geçmesine müsaade ederdi.”

Enver Kezer: "Eğer Florya’da ise, geceleri ça­lıştıktan sonra Ata’nın en bü­yük zevki, sabahın erken saat­lerinde bir deniz banyosu alıp yatmaktı."
i

Kuru Fasülye Pilav

Atatürk’ün en sevdiği yemeğin kuru fasulye pilav olduğu konusunda herkes hemfikir. Hasan Usta’nın, “Atatürk en çok fasulye ile pilava bayılırdı. Adet edinmiştik, her gün isteyiverir diye, pilav ile fasulye bulundururduk.” sözleri de bu sevgiyi açıklamaya yetiyor.

Mehmet Usta anlatıyor: “Soğuk bir gece Kırşehir’e hareket ettik. Yolda kar fırtınasına tutulduk. O kadar zorluk çekiyorduk ki, zaman zaman otomobillerimizi mandalar kardan kurtarıyordu. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Atatürk bir ara otomobilden indi, yanıma geldi: ‘Ahçıbaşı ben acıktım, bana yemek ver’ dedi.

Yanımda söğüş ve başka şeyler vardı. Hepsini saydım. ‘Kuru fasulye ve pilav isterim’ dedi. ‘Unuttum’ diye cevap verince, ‘Öyleyse hemen pişir’ dedi. ‘Paşam’ dedim, yanımda fasulye yok, hem burada pişirmek çok zor olacak! 

Durdu, yüzüme baktı, güldü.  ‘Doğru ahçıbaşı, hakkın var. Canım isteyiverdi de işte! Aldırma, yarın yaparsın’ diye üstelik de beni teselli etti…”

Çok alçak gönüllü adamdı vesselam! Ankara’da iken bakardık; Paşa, öğle yemeğine saat iki olduğu halde gelmemiştir. Biraz sonra mutfağa gelirdi ve bana, ‘Mehmet Usta, ben yol yapan amale ile beraber yemek yedim, adamların soğanlarını bitirdim, sen onlara bir şeyler hazırlayıver de götür’ derdi. Ben ‘peki Paşam, siz belki doymamışsınızdır’ deyince ‘Amma da yaptın Mehmet Usta! Soğan, ekmek, zeytinden daha iyi yemek olur mu? diye cevap verirdi.”