Günümüzün en gözde içeceklerinden olan; pek çok çeşidi bulunan ve modern çağa ayak uydurma konusunda başarılı sayabileceğimiz kahveyi sevmeyen yoktur herhalde. Dünyada petrolden sonra en çok ticareti yapılan ürün olan kahvenin bugünlere kadar ki yolculuğunda başına gelen ilginç olayları sizler için derledik.
Başlıklar
Toggleİlk Darbe
Kahvenin Yemen’den yayıldığı, 16. yüzyıl itibariyle tüm İslam dünyasında bilindiği ve kahvehanelerin toplumsal hayata yerleştiği bugün tüm çevrelerce kabul görmektedir.
Arapların gözdesi olan içecekle alakalı el-Cezerî, kahveye Mekke’de çok rağbet edildiğini, her mevlidde, zikirde ve hatta Harem-i Şerîf’de dahi kahve içildiğini, buna mukabil hiç kimsenin müdahale etmediğini aktarmaktadır.
Ne var ki kocalarının kahve düşkünlüğü kadınları rahatsız etmişti. Kocalarının durgunluk ve uyuşukluğundan bezgin kadınların şikâyetlerinin de etkisiyle Mekke muhtesibi Hayır Beğ el-Mimar, önde gelen ulemâyı toplayarak kahvenin haram olduğuna ilişkin bir fetva aldı.
Ancak kahvenin uykuyu gidermesi, zihni açması, gün içinde az yemeye ve yorgunluğu gidermeye yaraması özellikleriyle sofiler tarafından oldukça sık kullanılması göz önüne alındığında bu yasaklamaların çok da caydırıcı olmayacağı açıktır.
Osmanlı’da Durum
1500’lü yıllarda kahve ile tanışan Osmanlı tebaası, yüzyılın ortalarından itibaren kahveye ısınmaya başladılar.
İlk başlarda tahsilli kimselerin meclisler oluşturduğu, kimilerinin kitap okuduğu, kimilerinin ise tavla ve satranç oynadıkları; bu yüzden de mekteb-i irfân adını alan bu yerler bir süre sonra işsiz güçsüz takımı ve kısa yoldan yüksek mevkilere erişme peşinde koşanlar tarafından işgal edilince muhalifleri tarafından fesat yuvası olarak anılır oldu.
Zaman zaman kapatılmalarının yanında IV. Murat zamanında içenlerden bir kısmı idam cezasına çarptırılmışlardı.
Aynı dönemde Kahire’deki askerlerin nöbet başında bulunmadıkları ve kahvehanelerde vakit geçirdikleri biliniyordu.
Arap kahvesine alışmış olan Osmanlı ahalisi, 19. yüzyılda Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Yemen’den payitahta giden kahve ticaretine mani olması sonrası Avrupalı tüccarların getirdiği Orta ve Güney Amerika kahvesiyle tanıştı. Bu kahve çekirdeklerinin acı olması sebebiyle Türkler şeker kullanmaya başladılar. Şekerli kahveye o dönem “Kancık Kahvesi” denilmekteydi.
Kutsanmış İçecek
Venedikli tüccarlarla başlayan kahvenin Avrupa serüveni, ilk günlerini biraz sancılı geçirdi.
Başlarda Müslüman adeti olarak görüldüğü için haram olarak nitelendirilen kahve, Papa VIII. Clemente’in (1592-1605) tadını beğenip onu kutsaması sonrası serbest olarak tüketildi. Bu durum da kahvenin yayılmasını kolaylaştırdı.
1600’lü yılların ilk yarısında kahve ile tanışan Fransızlar, başta bu içeceğe pek sıcak bakmadılar. Kahvenin Fransa sosyetesinde yaygınlaşması; Paris’te kaldığı süre boyunca kendine hayranlık uyandıran Osmanlı elçisi Müteferrika Süleyman Ağa’nın sayesinde oldu. 1699 yılında Paris’e gelen bu bilgili ve kibar devlet adamı, konuklarına kahve ikram ederken kullanılan fincanlar, altın işlemeli danteller ve diğer detaylarla Fransız sosyetesinin büyük ilgisini gördü.
Kadınlar Kahveye Karşı
Kısa zamanda Avrupa’da gündelik hayatın önemli bir parçası hâline gelen kahveye erkeklerin fazlasıyla rağbet etmesi ve günlerinin büyük kısmını kahvehanelerde geçirmesi Avrupalı kadınları da öfkelendirmişti.
1674’te “bir hayırsever” imzasıyla yayımlanan “The Women’s Petition Against Coffee”(Kadınların Kahveye Karşı Dilekçesi) adlı bildiride kocalarının izbe ve gürültülü kahvehanelere olan bağımlılığına içerleyen kadınlar, koyu renkli ve mide bulandırıcı sıvının iktidarsızlığa neden olduğunu ve bunun da en çok kendilerini etkilediğini iddia etmişledi.
Altı sayfalık bu bildiri Avrupa’nın en ücra köşelerinde bile yankı buldu. Ancak erkeklerin de buna verilecek bir cevabı vardı.
“The Men’s Answer to the Women’s Petition Against Coffee” başlıklı bir bildiriyle kadınlara cevap veren erkekler, “…Gece gündüz erkeklerin kanını emen nankör kadınlar, adamlarının güçlü erkekler olduğunun farkında değillerdi. İşlerinden arta kalan zamanda
kahvehanede hoş bir vakit geçirmek, birkaç fincan kahve içmek erkekliğe nasıl zarar verebilirdi.
Hem İngiltere’ye gelmeden önce Türkler ve diğer Şark toplumlarında kahve içenler güç ve kudretleriyle dünyaya nam salmışlardı. Kahve uyarıcı ve güç verici bir içecekti. Ama Solomon kesinlikle haklıydı, ne mezar ne de rahim doymak biliyordu.” ifadelerini kullandılar.
Kuzey Avrupa’da Kahvenin Sırrı
Bir rivayete göre İsveç kralı III. Gustav, adam öldürmekle suçlu ikiz kardeşler hakkındaki idam kararını birine yalnızca çay ve ötekine de yalnızca kahve içirilmesi suretiyle hafifletti. Önce çay içenin ölmesiyle(83 yaşında) İsveç’te kahvenin daha sağlıklı olduğu inancı yayıldı. Bu tarihten itibaren İsveç, 1975 yılına kadar kişi başına günde beş fincan kahve içen vatandaşlarıyla dünyanın en ateşli kahve tüketen ulusu olmuştur.
Yeni Kıta Amerika’da Kahve
19. yüzyılda, ilkel taşımacılık ve paketleme tekniklerinden dolayı, kahvenin kalitesi Cincinnati’ye ya da Omaa’ya ulaştığında düşmekteydi. O dönemde bazı kahve tüketicileri, içeceğe canlı bir sarı renk vermek içine yumurta atarak karıştırırlardı. Ayrıca cezveye çiğ bir morina balığının pullarını eklemek veya domuz pastırması katmak da popülerdi.
Bir süvari albayının karısı Mrs. S. Andrew, kocasından aldığı kahve tarifini şöyle aktarmaktadır: “Kahveyi kaynat ve içine bir nal ekle. Eğer nal yüzüyorsa kahve olmamıştır. Nal eriyene kadar kahve hazır değildir.”
Kahve ile ilgili pek çok yenilik ve gelişmenin Amerika patentli olmasının sebebi belki de bu denemelerdir.
Kafeinsiz Kahve
Kafein bakımından zengin olan kahvenin kafeinsiz bir hal alması, babasının ölümünden kafeini sorumlu tutan Ludwig Roselius’un eseridir. Alman olan ve ithalatçılıkla uğraşan Roselius, 1903 yılında deniz suyuna maruz kalan kahve çekirdeklerinin içeriğindeki kafeinin çözüldüğünü fark etti ve kahveyi buğulaştırıp klorlu çözücüyle demledi. Böylelikle kafeinsiz kahveyi bulmuş oldu.
Kahve hakkında anlatacaklarımız bu kadardı.