Aslen bir Orta Asya bitkisi olan ve Selçuklular tarafından Anadolu’ya taşındığı tahmin edilen “Lale”, yüzyıllardır Hollanda’ya ait bir çiçek olarak tanınmaktadır.
Bu da son derece doğaldır, çünkü laleyi dünyayla onlar tanıştırmışlardır. Soğan bizimdi ancak bizim lalelerimiz bahçemizi ve çini eserlerimizi süslerken, Hollanda’ya göçen laleler başka başka ülkelere seyahat etmekteydiler.
Kızartarak Yemişler
Avrupa’nın bu zarif çiçekle tanışmasına dair bilinen iki olay var.
İlki, 1562 yılında İstanbul’dan Anvers(Belçika) limanına yanaşan gemideki kumaş yığınlarının içerisinde bulunan lale soğanlarıyla alakalı. Kumaşları alan tüccar, bunların Osmanlı soğanı olabileceğini düşünerek yemeklerine katmış, yağda kızartıp yemiş. Elinde kalan bir iki tane soğanı da bahçesindeki diğer bitkilerin yanına eken tüccar, bir sonraki sene gelen baharla birlikte bahçesinde lalelerle karşılaşmış.
Başlıklar
ToggleOgier de Busbecq
Diğer olay da bir önceki gibi artık pek çok kişi tarafından bilinmekte. Avusturya Elçisi olarak 1554’te İstanbul’a gelen Ogier de Busbecq, 1562 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür. Avrupa’ya dönerken ise yanında götürdükleri arasında lale soğanları bulunmaktaydı. Lalenin ünlenip yayılması da bu seyahatle alakalıdır.
Carolus Clusius
Gelen bu soğanlar, botanik bilimci ve bahçe tasarımı uzmanı olan Carolus Clusius’un eline geçtiğinde ise lalenin yükselişi başladı.
Avusturya’da bulunan ve çalışmalarını bu ülkede sürdüren, hatta Avrupa’nın ilk botanik bahçesinin yapımında payı bulunan Clusius, bir süre sonra ülkesi Hollanda’ya geçerek burada lale üretimine yoğunlaştı.
Bahçesine ektiği soğanlarla yakından ilgilenen, onları inceleyen Hollandalı botanikçi, lalere hayrandı adeta. Daha sonra bu konuda yazdığı kitaplarla da bilgilerini insanlıkla buluşturmayı ihmal etmedi.
Clusius’un Kitabından
Lale Çılgınılığı
Hollanda’nın iklim koşulları ve toprağının verimliliği lalenin büyük boyutlarda filizlenmesine olanak sağlıyordu. Özellikle Haarlem şehri kısa sürede güzel lale yetiştime konusunda dünyaca bir üne sahip oldu.
Lalenin talep edilen bir çiçek haline gelmesiyle üretim yapanların sayısı gün geçtikçe artmaya başladı. Bu işle uğraşan hemen herkes farklı renkte lale üretebilmenin peşine düştü. Öyle ki, ülkeye gelen ilk lalelerin renkleri kısa sürede unutulmıştu.
Oldukça zarif ve güzel türler üretilmeye başlanmıştı ki, bunların bazıları değerli taşlarla ödenecek fiyatlarla el değiştiriyordu. Lale soğanının; bazen bir koyun sürüsü, altı atın çektiği bir araba veya çok değerli bir bilezik ile değiştirildiği olmuştu.
1634 yılına gelindiğinde her yerde lale ticaretinin sağladığı kazançtan bahsedilir oldu. Hal böyle olunca daha da fazla kişi bu işle uğraşmaya başladı.
Doğramacı, dokumacı, kasap, terzi…Aklınıza gelebilecek hemen her meslekteki insan işini bırakıp lale ticaretine girdi.
Ne var ki çılgıncasına sürdürülen spekülasyonların ömrü üç yıl sürdü. Üç yılın sonunda fiyatlar birden düşmeye başladı ve bir çok firmanın iflası bunu takip etti. İflaslar şehirlerde isyanlara sebep oldu, hatta bazı firma sahipleri intihar etti.
Yine de Hollandalılar, bu kanlı dönemin ardından sağlam bir lale endüstrisi kurmayı başardılar.
Darwin Lalesi
Lale üzerine ilk günden itibaren yapılan çalışmalardaki amaç en görkemli çiçeği elde edebilmekti. Osmanlı’da yaşanan Lale Devri’nde(1718-1730) dahi bahçe sahipleri farklı renklerde ürün alabilmek için birbirleriyle yarışır olmuşlardı. En güzel lalenin üretildiği bahçe o mevsimin en gözde mekanlarından birisi olurdu.
Melez lale üretme çabasının ilk muhteşem örneği 19. yüzyılda ortaya çıktı: Darwin tipi Lale. 1889’da Paris’te görücüye çıktıktan sonra o dönemin en çok aranan çiçeği haline geldi. Papağan olarak adlandırılan tür yıllar içinde Darwin’e doğru evrildi.
20. yüzyılın başında Hollandalı çiçekçiler Amerika’ya yaptıkları ihracattan büyük kârlar elde eder olmuştular. Ah bir de savaşlar olmasaydı…
İkinci Dünya Savaşı
Savaşın başlaması ve gerçekleşen Alman işgali, üretime büyük darbe vurdu. Lale endüstrisinin yok olma tehlikesi geçirdiği işgal yıllarında bütün ihracat durduruldu. Almanlar lale yerine, kendi çıkarlarına uygun olarak fasulye ve bezelye ekimini tercih ettiler.
Aç kalan halk, toprak altındaki lale soğanlarını çıkararak bazen kaynatıp bazen de kızartıp yeme yoluna gitti. Lalenin Avrupa’ya ilk gelişinden yaklaşık 400 yıl sonra bu sefer insanlar bilmemekten değil, açlıktan ölmemek için lale soğanlarını yediler.
Her şeye rağmen bir kısım yetiştirici bir miktar soğanı saklamayı başardı. Savaş boyunca evlerde yetiştirilen bir bitki halini alan laleler, 1945 yılında Birleşmiş Milletlere teşekkür niyetiyle sunuldu.
Bugün Gelinen Durum
Konya’daki Lale Bahçeleri
Savaş sonunda ekimler yeniden başladı ama eski parlak günlere ulaşmak o kadar kolay olmadı. 1900’lerin başında Amerika’ya 200 dolara satılan lale 1946’da 30 dolara kadar düşmüş durumdaydı.
Avrupa’da ve Amerika’da lale üreten diğer ülkeler, hiç bir zaman Hollanda kadar verimli sonuçlar elde edemediler. Üretimi yapanlar, bugün dahi Hollanda’dan ithalat yapmaya devam etmekteler.
Türkiye de bir süre öncesine kadar bu ülkelerden bir tanesiydi. Son yıllarda yapılan çalışmalar ve Konya merkezli olarak faaliyete geçirilen “Lale Anayurduna Geri Dönüyor” projesi, peyzaj alanında lale ithalatını gerilere itmiş durumda.
Türkiye’nin bu pazara girmek istemesi hem prestij hem de maddi anlamda gayet anlaşılabilir bir durum. 2017 yılında en çok ihracat yapan 15. ülke olan İngiltere, 51 milyon dolar gelir elde etti. Hollanda ise 4.4 milyar dolarla en yakın rakibi Kolombiya’nın (1,4 milyar dolar) bir hayli önünde yer alıyor.
Yüzyıllar önce göç eden kavimlerin geride bırakmaya kıyamayıp beraberinde getirdikleri lale, bugün her ülkenin pay kapmak isteyeceği bir endüstrinin aktörü konumuna gelmiş durumda.
Ne Demişti?
Geçtiğimiz yıllarda söylenmiş ve hafızalarda yer etmiş sözleri derledik. Buradan.